Alevi, deyişleri, nefesler, niyaz, hak, yedi ulu aşık, Aşık Bektaş Yıldız, Aşıkı, Aşık Veli, Deli Boran, Geredeli Aşık Dertli, Dertli Divani, Dertli Fakir, Derviş Ali, Derviş Edna, Diveli Mehemmed, Esiri, Fedai (Çorumlu), Garibi, Harabi, İbrahim, İbreti, Kemteri, Kul Arif, Kul Fakır Ali, Kul Himmet Üstadım, Kul Hüseyin, Mecnuni, Meluli, Noksani, Remzani, Sadık Baba, Sefil Ali, Seyit Süleyman, Sıdkı Baba (Aşık Pervane), Turabi Akbal, Visali, Yanyatan (Ali Belli), Amasyalı Fedai Baba, Miraçlama Örnekleri, Duaz-ı İmam Örnekleri, Mustafa Kemal Atatürk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Yunus Emre, Hallacı Mansur, Teslim Taşı, Hünkar Hacı Bektaş Veli Vakfı Alevi Belgeseli, Zakir, On iki imam, Hacı Bektaş Veli Evlatları, Ahmet Cemalettin Çelebi, Balım Sultan, Bektaş Çelebi (Şiri), Feyzullah Çelebi- Feyziya, Güzide Ana - Katibi, Hamdullah Çelebi- Hasreti, Hüseyin Fevzi - Çelebi (Ulusoy), Seyyid Ali Sultan, Veliyettin Çelebi- Hürremi, alevi-deyisleri-nefesler - Aşığın Sözü Kuran'ın Özü, Telli Kuran, Postnişin, Bektaşi, Nefes, Erkan Çanakçı, Amasya, Tokat, Zile, Çorum, Şanlıurfa, Adıyaman, Alevi Deyişleri Nefesler - Makale-Huseyin Hurrem Ulusoy-Yorumu ile Pir Dergahindan Nefesler

Alevi Deyişleri Nefesler

Makale-Huseyin Hurrem Ulusoy-Yorumu ile Pir Dergahindan Nefesler

YORUMU İLE PİR DERGÂHINDAN NEFESLER 
Mehmet Hamdullah Çelebi (1767-1836)

 
Hüseyin Hürrem ULUSOY
Temmuz - Ağustos  2015
 
Asıl adı Mehmet Hamdi olan Hamdullah Çelebi, Osmanlı Padişahı II. Mahmut döneminde, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla bağlantılı olarak Amasya’ya sürgün edilmiştir.
 
Şiirlerinden örnekler sunuyoruz.
 
Suçum 
Hamdullah Efendi’nin bu şiiri sürgüne giderken veda ziyaretinde bulunduğu Dergâh’ta söylediği tahmin ediliyor.
 
Zât-i pâkinden haberdâr olduğum mudur suçum?
Emrine her dâim boynum eğdiğim midir suçum?
Halk-ı âlem atlas-ı zîbâ’ya gark olmuş gezer
Ben garîbin bu abâ’yı giydiğim midir suçum?
 
Varlığınızı ve yüceliğinizi tanıyıp (bilip) sürekli emrinize boyun eğdiğim için mi suçlu oldum? Cümle âlem giyinip kuşanıp (yiyip içip zevk ederek) yaşarken, ben garip kulun kanaatkârlığı seçip bir abâya (ve hırkaya) razı oldum, yoksa bu mudur suçum?
 
Mücrime lâ taknetû min rahmetillâh var deyü
Eyledim isyân-ı cürmüm affeder Settâr deyü
Gece gündüz yüz sürüp dergâhına Gaffâr deyü
Her cihetten sana îmân ettiğim midir suçum?
 
Kur’an’da “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” âyetini okudum. Öyleyse Tanrı, isyanımı ve suçumu affeder, çünkü “örtücüdür” diye düşündüm.
 
Gece gündüz Hakk’ın Dergâhı’na yüz sürdüm ki “affedicidir” diye. Her yönden sana bağlandım (yine de bağışlamadın) yoksa bu mudur suçum?
 
Ya Hâlik küllî cihânda dâne verdin kısmeti
Hem dahi müşrîk münâfık münkirâne devleti
Ben kuluna çektirirsin bunca derdi zahmeti
Yoksa sana dost olanı sevdiğim midir suçum?
 
Yüce Yaratıcı tüm yaşamım boyunca kısmetimi kıt verdin! Müşrikleri, münafıkları ve inkârcıları ise bolluk içinde yaşattın.
 
Ben (zavallı) kuluna bunca derdi ve eziyeti yaşattın. Yoksa seni (gerçekten) seven mazlumların hakkını savunduğum için mi suçlu oldum?
 
İsm-i pâkin anmayanlar zevk ile handân olur
Ben gedânın her işi efgâr ile efgân olur
Rûz ü şeb yâd eyleyenler derd ile nalân olur
Dilde dâim ismini yâd kıldığım mıdır suçum?
 
Seni akıllarına getirip de ismini anmayanlar (doğruyu yanlışı bilmeyenler) zevk ve neşe içindeler. Ben yoksula ise yaralanıp ıstırap ile bağırmak düştü.
 
Benim gibi gece gündüz seni ananlar dert yükü olup inlediler. Yoksa seni gönülden sevip andığım mıdır suçum?
 
Meşrebine bunca hikmet vermedin ruhsat ile
Zerrece âmân mı verdin sana râm olan kula
Hamdullah bilmez ki cürmün istiğfâr kıla
Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm müdür suçum?
 
Allah’ın hikmeti ki huyunu anlamama da izin vermedin! Sana boyun eğip teslim olmuş bu kuluna hiç mi acımadın? Hamdullah suçunu bilmiyor ki özür dilesin! Şimdi çaresizlik içinde kanlı yaşlar döküyorum yoksa bu da mı suç?
 
Mi’râc-ı Nebî
 
Mehmet Hamdullah Çelebi, Amasya’ya sürgün edildikten sonra “Hasretî” mahlasını kullandı.
 
Bu süre içeresinde yazmış oluğu miraçlama çok yaygındır.
 
Kün dedi karar eyledi
Yeri göğü arşullahî
Çâr anâsırdan yarattı
Âdem-i Safiyy-ullahî
 
(Yüce Tanrı) Kün1 (ol) emri ile yeri göğü ve kâinatı yaratmaya karar verdi. Dört unsurdan (ateş, su, yel ve topraktan) Âdem-i Safiyullah’ı yarattı.
 
“Ve lekad kerremnâ” dedi
Melekler secdeye indi
İblis lâin etmem dedi
Takındı (toku) lânetullahî
 
Tanrı, “Biz öyle bir insanoğlu yarattık ki, aslı nurdur görünüşü insan onu saygıdeğer kıldık”2 dedi. Melekler (Âdem’e) secde ettiler. (Allah’ın) nefret(ini) kazanmış olan İblis3, “Secde etmem” dedi. (Böylece) boynuna lâ’net (halkası) takıldı.
 
Âdem ol Hâlik’i gördü
Başına çok hâller geldi
Cemâline bir nûr indi
Âdem bildi nûrullahi
 
Âdem o yaratıcıyı gördü (ve tanıdı). Allah’ın bir nur olduğunu anladı. Allah’ın nuru Âdem’in cemâlinde (yüzünde) görünür oldu. (Tanrı’nın kimi emirlerine uymadığı için) Âdem’in başına çok işler geldi.
 
Âdemden zürriyet geldi
Hak emri ile dört gürûh oldu
Dördüne dört tâat verdi
Ol fikri zikrullahî
 
Âdem’den insan soyu türedi. Tanrı’nın emri ile (insan toplulukları) dört gruba ayrıldı. (Tanrı) Bunlara dört türlü ibadet verdi. Düşüncesi ve emri böyleydi.
 
Bir katre nutfeden oldu
Âdem’den nûr Şît’e indi
Ehl-i Hak tahkîk kıldı
Ve Şît Nebiyullahî
 
(Âdem’in) Bir damlacık meniden (oğulları) oldu. (Ancak) Âdem’den nur (nübüvvet) Şit’e geçti. Şit4 Peygamber, Hakk’ı bilenleri (sevenleri) inceledi.
 
Açıldı Hâşimî necli
Murtaza Mustafa nesli
Yüz yirmi dört bin nebî
İbrahim Halilullahî
 
Yeryüzünden yüz yirmi dört bin nebi geçti. İçlerinden Halil İbrahim Peygamber seçildi. Haşimîler5 (yani) Murtaza’nın (Ali’nin) ve Mustafa’nın (Muhammed’in) soyu buradan açıldı.
 
Halil’i evlâdı bilip
Abdülmüttalib Ebû Talib
Ol zaman nûr(u) iki bölüb
Bilenler bildi billâhî
 
Halil İbrahim’in evladı olarak Abdülmüttalib6 ve Ebu Talib7 dünyaya geldi. Bunlardan sonra nur ikiye bölündü (nebilik ve veliliktir ki; nübüvvet Muhammed’e vilâyet Ali’ye verildi). Yemin olsun ki bunu bilenler bildi.
 
Abdullah’dan Nebî zuhur
Dü cihân oldu fâhir
Ebu Talib’den geldi nûr
Aliyy-ün Velîyullahî
 
Abdullah’tan (gelen nur ile) iki cihânın övüncü olan Peygamber (Muhammed Mustafa), Ebu Talib’ten gelen nur (ile de) evliyâlık nuruna sahip olan Aliyye’l Murtaza dünyaya geldi.
 
Dü cihân güneşi Ahmed
Vahiy geldi oldu irşâd
Münkîrler ne bilsin ahad
O bir nûr-ü nûrullahî
 
İki cihanın güneşi Ahmed’e (Allah’tan) vahiy geldi, (insanlığı) irşad etti. İnkârcılar o zatı bilemediler. O, Allah’ın bir nurundan bir nurdu.
 
Hak emretti Cebrâil’e
Habîbim Mi’râc’a gele
Önünde delîli bile
Cebrâil Emînullahî
 
Cenab-ı Allah Cebrail’e emir verdi: “Sevgili (kulum Muhammed Mustafa) Mi’rac’a gelsin! Cebrail Eminullah da ona kılavuzluk etsin.”
 
Dostunun selâmın aldı
Gönülleri şâzi kıldı
Cebrâil’i rehber bildi
Arzu ettiler Allahî
 
(Muhammed Mustafa) Dostunun (yüce Tanrı’nın) selamını aldı. Gönlü mutlulukla doldu.
Cebrail’i kılavuz olarak yanına aldı. Allah’ı (bir an önce görmeyi) arzu etti.
 
Arş-ı muazzam’a vardı
Anda çok hikmetler gördü
Habîb’e bir nişân verdi
Hatem-i Nebîyullahî
 
Sınırı belli olmaya muazzam bir kâinata vardı(lar). Orada akla sığmayan görülmedik şeyler gördü(ler). (Allah’ın) Sevgilisine orada bir nişan verildi ki, bu Peygamberlik timsali olan bir yüzüktü.
 
Yetmiş iki perde geçti
Hakk’ın emri ile açtı
İki perdeyi anda geçti
Göründü hikmetullahî
 
(Kâinatta) Yetmiş iki perde (boyuttan) geçti(ler). O kadar hızlı idi(ler) ki (iç içe geçmiş boyutları) ikişer ikişer aştı(lar). (Orada) Allah’ın akıl almaz gücü (bir bir) göründü.
 
Sıtret-ül Müntehâ(ya) vardı
Cebrâil ânında durdu
Bundan öte sana dedi
Sen görürsün ol Allahî
 
Son perdeye vardıklarında Cebrail bir anda durdu: “Bunda sonrası artık sana ait (Tek başına yola devam edeceksin, ben gelirsem yanarım! Yolu tamamladığında) Yüce Tanrı’yı görürsün!” dedi.
 
Nalinin çıkarmak ister
Hatiften nidâ “dost” der
Arş-ı azîm’i gel göster
Nalin-Habîbullahî
 
(Muhammed) Ayakkabısını çıkararak (yalınayak tevazu ile) içeri girmek diledi. Nerden geldiği belli olmayan bir ses “Dost(um) (öylece gel)! Ayağındakiler seni kâinatın zirvesine taşıdı. Onlar da görsün (hizmetinin karşılığını).”
 
Azîzullah el uzattı
Nûru âlemi bezetti
Âlem bu anı gözetti
Ver(di) Hâtem Nebîyullahî
 
(O anda) Işığı tüm âlemi süsleyen (aydınlatan bir) Evliyâ (kudret) elini uzattı. Tüm kâinat buna şahit oldu. (Muhammed) Nübüvvet mührünü taşıyan yüzüğü (o ele) verdi.
 
Uçmak kapısına vardı
“Destûr Ya Allahım!” dedi
“Gel” deyü Rabb virdeyledi
Uzattı dest(-i) sırrullahî
 
Cennet’in kapısına vardı. “Yüce Tanrım (gelmeme) izin ver!” dedi. Tanrı: “Gel” diye emretti. Allah nurdan elini ona uzattı.
 
Bilenler bilir bileni
Gerçeğe âşık olanı
Gördü bir mahbûb civânı
Habîb bildi Sırrullahî
 
Bilenler (ârifler) bileni (bilgi sahibini kuşkusuz) bilir. Gerçeğe (Tanrı’ya) âşık olanı da görürler. (Muhammed orada) Yakışıklı bir genç gördü. (Allah’ın) Sevgilisi bu sırrı anladı. (Allah en şerefli yaratık olarak insanı görmüş ve güzel bir insan cisminde görünür olmayı tercih etmişti).
 
Âşık ma’şukunu gördü
Habîb maksûduna erdi
Doksan bin kelâmın sordu
Danıştı kelâmullahî
 
Âşık sevdiğini görmüş ve muradına ermişti. (Tanrı’dan) Doksan bin kelamı (söz ve bilgiyi) öğrenmek istedi. Bir bir danıştı. (Nasıl öğrenir ve uygulardı).
 
Otuz bini şeriatta
Otuz bini tarikatta
Otuz bini hakîkatta
Bilenler bildi billahi
 
(Bu bilgilerin) Otuz bini şeriatla, otuz bini tarikatla ve otuz bini de hakikatle ilgiliydi. Tanrı’ya yemin olsun ki bilenler (ârifler öteden beri bunları) bildi (haberdar oldu).
 
Süt, elma ve baldan aldı
Kudret lokması da geldi
İkisi de bile tattı
Yediler ni’metullahî
 
Tanrı kudret lokmasını sundu. (Muhammed) Süt, elma ve baldan aldı. (Süt soyluluk demekti ki Muhammed Şit’ten ve İbrahim’den geliyordu. Elma Cennet meyvesiydi, O’na ve sevenlerine Cennet’i müjdeledi. Bal ise asla kokmaz ve bozulmazdı. Birlik ve çalışmanın ürünüydü. Peygamber’in soyu sonsuza kadar bozulmadan devam edecekti.) Gelen nimetten ikisi de tattılar.
 
Kudret hazinesin buldu
Özünü ikiye böldü
Engürü bergüzâr aldı
Secde etti bâbullahî
 
(Peygamber, Allah’ın kudret eliyle sunulmuş olan) Hazineyi bulmuştu. (Bilgi edinmiş ve kudret lokmasından yemişti).
 
Kazandıklarının bir kısmı sır olarak kalacak. (Bunları ancak çok yakınlarıyla paylaşacak). Bir kısmını da (Allah’ın izni ile) ümmetine açıklayacaktı. Üzümü yanına hatıra (kanıt olarak) olarak aldı. Tanrı’nın kapısına secde etti.
 
Gelmek için destûr aldı
Cihânı gülşen şâz kıldı
Mü’mine tevhîdi verdi
Tutmak için illallahî
 
Gelmek için (Dünya’ya geri dönmek için Tanrı’dan) izin aldı. (O anda) Tüm kâinat mutlulukla dolu bir gül bahçesine dönüştü.
 
İnananlar Allah’ın birliğine erdiler. (Yedullahla verdikleri sözü). Yerine getirmeye and içtiler.
 
Kırklar yolunu gözetti
Vardı Kırklar’ı bezm etti
Oturuben niyâz etti
Selmân sundu keşkûllahî
 
Kırklar onun gelmesini bekliyordu. (Muhammed) Kırklar’ın meclisine dâhil oldu.
Niyaz etti ve yerine oturdu. (Şeydullah’tan dönmüş olan) Selman keşkülünü (Allah’ın verdiği nimetleri Kırklar’a) sundu.
 
Ali anda tavaf etti
Doksan bin kelâm vasfetti
Hâtemi nümâyân etti
Verdi Şâh’a Emrullahî
 
(O anda) Ali de meydana çıkıp niyaz etti. Doksan bin kelamı övdü. (Orada bulunanlara) Hazret-i Emrullah’ın (Mi’rac yolunda) kendisine vermiş olduğu yüzüğü gösterdi.
 
Esrâr-ı Hak galib oldu
Kırklar murâdını aldı
Habîbullah anda geldi
Gördü Ali Keremullahî
 
Hakk’ın sırları üstün geldi (Kırklara açıklanmış oldu). Bununla Kırklar arzu ettiklerine kavuşmuş oldular.
 
Allah’ın sevgilisi (Muhammed Mustafa da) Kırkların meclisinde bulunarak Allah’ın lütuf ve keremine mazhar olmuş olan Ali’yi daha iyi tanımış oldu.
 
Selmân’a bir üzüm verdi
Yâr yâri ol demde gördü
Hepsi pervâneye girdi
Tutundular arşullahî
 
(Muhammed, Mi’rac’dan getirmiş olduğu) üzümü Selman’a verdi. Sevenler sevdiklerini o demde gördüler. (Sıktıkları üzüm suyunu içip cezbe geldiler).
 
Hepsi (semaha kalktılar) pervane (gibi) döndüler. (Ayakları yerden kesildi âdeta) Arşa tutundular.
 
Şâh Hasan Hüseyin geldi
İmâm Zeynel yâre aldı
İmâm Bâkır şehîd oldu
Rızâ-yı Vârıdullahî
 
(Peygamber’in torunları) Hasan ile Hüseyin (dünyaya) geldiler. (Çok acılar çektiler). (Onların acısı) İmâm Zeyne’l’i (de) yaraladı. İmâm Bâkır’ı (da) şehîd ettiler. Hakk’a erişmek için (kaderine) rıza gösterdi.
 
İmâm Ca’fer din rehberi
Musa Kâzım din serveri
Olam Rızâ’nın çâkeri
Veririm cânı billahi
 
İmâm Ca’fer (büyük bir âlimdi, yazdığı eserlerle) din konusunda yol gösterdi. Musa Kâzım dinin başı (başkanı) idi. Tanrı’ya yemin olsun ki Rıza’nın kapısında kul olabilmek için canımı dahi veririm.
 
Takî Nakî Şâh Askerî
Onlar birbirinin yâri
Mehdî mü’min intizârı
Tez gel zamanullahî
 
Takî, Nakî ve Askerî bunlar birbirinin sevgilisidir. İnananların yollarını gözlediği “Zamanın Sâhibi” Mehdî tez gel.
 
Çar emânet fahri geldi
Muhammed, Ali’ye verdi
“Âhir sâhibi var” dedi
Bektaş-i Kaddesallahî
 
Allah tarafından dört emanet önce Muhammed’e verildi. Muhammed, Ali’ye verdi. (Sonra sırasıyla İmâmlardan en son Hace Ahmed Yesevî’ye geçti. Her sorulduğunda) “Sahibi var, gelir alır” dedi. (Emanet sonunda sahibini buldu. Bu kişi) Allah mukaddes ve mübarek eylesin Bektaş idi.
 
Kutb-i âlem Hünkâr geldi
Emânet sâhibin buldu
Bunca erler nasib aldı
Bağladı rızaullahî
 
Âlemlerin kutbu Hünkâr gelerek kutsal emanetleri devraldı. Bunca erenler rızalık vererek, ondan el aldılar.
 
Bendesin almış araya
Varınca bakîy saraya
Hasîretî bîçâreye
Şefaat eder inşallahî
 
Ben kulunu da muhibleri arasına almış. Ebedî mekâna varıldığında inşallah Biçâre Hasretî’ye (de) şefaat eder.
 
 
Notlar:
 
1. Kün fe-kân, kün fe-yekûn: Olan oldu.
 
2. İrâ Sûresi 70. Âyet.
 
3. İblis: Şeytan, Azazel ya da Azazil de denir. Âdem’e secde etmediği için Cennet’ten kovuldu. Akıllı, bilgili, melek türünden bir varlık olmakla birlikte, diğer canlıları şere yöneltmek ister.
 
4. Şit: Âdem’in Habil ve Kabil’den sonra doğan üçüncü oğlu. Kabil’in Habil’i öldürmesinden beş yıl sonra doğmuştur. Habil ve Kabil’in zürriyeti olmadığından insanlık Şit’ten türemiştir. Âdem’den sonra ikinci, dünyada doğan ilk peygamberdir.
 
5. Haşimîler: Kureyş Kabilesinin Hz. Muhammed’in de mensup olduğu kolu.
 
6. Abdülmuttalib: Hz. Peygamber’in dedesi.
 
7. Ebu Talib: Hz. Ali’nin babası ve Hz. Muhammed’in amcası.
 
 
Suçum
 
Zât-i pâkinden haberdâr olduğum mudur suçum?
Emrine her dâim boynum eğdiğim midir suçum?
Halk-ı âlem atlas-ı zîbâ’ya gark olmuş gezer
Ben garîbin bu abâ’yı giydiğim midir suçum?
 
Mücrime lâ taknetû min rahmetillâh var deyü
Eyledim isyân-ı cürmüm affeder Settâr deyü
Gece gündüz yüz sürüp dergâhına Gaffâr deyü
Her cihetten sana îmân ettiğim midir suçum?
 
Ya Hâlik küllî cihânda dâne verdin kısmeti
Hem dahi müşrîk münâfık münkirâne devleti
Ben kuluna çektirirsin bunca derdi zahmeti
Yoksa sana dost olanı sevdiğim midir suçum?
 
İsm-i pâkin anmayanlar zevk ile handân olur
Ben gedânın her işi efgâr ile efgân olur
Rûz ü şeb yâd eyleyenler derd ile nalân olur
Dilde dâim ismini yâd kıldığım mıdır suçum?
 
Meşrebine bunca hikmet vermedin ruhsat ile
Zerrece âmân mı verdin sana râm olan kula
Hamdullah bilmez ki cürmün istiğfâr kıla
Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm müdür suçum?
 
Mİ’râc-i Nebî
 
Kün dedi karar eyledi
Yeri göğü arşullahî
Çâr anâsırdan yarattı
Âdem-i Safiyy-ullahî
 
“Ve lekad kerremnâ” dedi
Melekler secdeye indi
İblis lâin etmem dedi
Takındı (toku) lânetullahî
 
Âdem ol Hâlik’i gördü
Başına çok hâller geldi
Cemâline bir nûr indi
Âdem bildi nûrullahi
 
Âdem’den zürriyet geldi
Hak emri ile dört gürûh oldu
Dördüne dört tâat verdi
Ol fikri zikrullahî
 
Bir katre nutfeden oldu
Âdem’den nûr Şît’e indi
Ehl-i Hak tahkîk kıldı
Ve Şît Nebiyullahî
 
Açıldı Hâşimî necli
Murtaza Mustafa nesli
Yüz yirmi dört bin nebî
İbrahim Halilullahî
 
Halil’i evlâdı bilip
Abdülmüttalib Ebû Talib
Ol zaman nûr(u) iki bölüb
Bilenler bildi billâhî
 
Abdullah’dan Nebî zuhur
Dü cihân oldu fâhir
Ebu Talib’den geldi nûr
Aliyy-ün Velîyullahî
 
Dü cihân güneşi Ahmed
Vahiy geldi oldu irşâd
Münkîrler ne bilsin ahad
O bir nûr-ü nûrullahî
 
Hak emretti Cebrâil’e
Habîbim Mi’râc’a gele
Önünde delîli bile
Cebrâil Emînullahî
 
Dostunun selâmın aldı
Gönülleri şâzi kıldı
Cebrâil’i rehber bildi
Arzu ettiler Allahî
 
Arş-ı muazzam’a vardı
Anda çok hikmetler gördü
Habîb’e bir nişân verdi
Hatem-i Nebîyullahî
 
Yetmiş iki perde geçti
Hakk’ın emri ile açtı
İki perdeyi anda geçti
Göründü hikmetullahî
 
Sıtret-ül Müntehâ(ya) vardı
Cebrâil ânında durdu
Bundan öte sana dedi
Sen görürsün ol Allahî
 
Nalinin çıkarmak ister
Hatiften nidâ “dost” der
Arş-ı azîm’i gel göster
Nalin-Habîbullahî
 
Azîzullah el uzattı
Nûru âlemi bezetti
Âlem bu anı gözetti
Ver(di) Hâtem Nebîyullahî
 
Uçmak kapısına vardı
“Destûr Ya Allahım!” dedi
“Gel” deyü Rabb virdeyledi
Uzattı dest(-i) sırrullahî
 
Bilenler bilir bileni
Gerçeğe âşık olanı
Gördü bir mahbûb civânı
Habîb bildi Sırrullahî
 
Âşık ma’şukunu gördü
Habîb maksûduna erdi
Doksan bin kelâmın sordu
Danıştı kelâmullahî
 
Otuz bini şeriatta
Otuz bini tarikatta
Otuz bini hakîkatta
Bilenler bildi billahi
 
Süt, elma ve baldan aldı
Kudret lokması da geldi
İkisi de bile tattı
Yediler ni’metullahî
 
Kudret hazinesin buldu
Özünü ikiye böldü
Engürü bergüzâr aldı
Secde etti bâbullahî
 
Gelmek için destûr aldı
Cihânı gülşen şâz kıldı
Mü’mine tevhîdi verdi
Tutmak için illallahî
 
Kırklar yolunu gözetti
Vardı Kırklar’ı bezm etti
Oturuben niyâz etti
Selmân sundu keşkûllahî
 
Ali anda tavaf etti
Doksan bin kelâm vasfetti
Hâtemi nümâyân etti
Verdi Şâh’a Emrullahî
 
Esrâr-ı Hak galib oldu
Kırklar murâdını aldı
Habîbullah anda geldi
Gördü Ali Keremullahî
 
Selmân’a bir üzüm verdi
Yâr yâri ol demde gördü
Hepsi pervâneye girdi
Tutundular arşullahî
 
Şâh Hasan Hüseyin geldi
İmâm Zeynel yâre aldı
İmâm Bâkır şehîd oldu
Rızâ-yı Vârıdullahî
 
İmâm Ca’fer din rehberi
Musa Kâzım din serveri
Olam Rızâ’nın çâkeri
Veririm cânı billahi
 
Takî Nakî Şâh Askerî
Onlar birbirinin yâri
Mehdî mü’min intizârı
Tez gel zamanullahî
 
Çar emânet fahri geldi
Muhammed, Ali’ye verdi
“Âhir sâhibi var” dedi
Bektaş-i Kaddesallahî
 
Kutb-i Âlem Hünkâr geldi
Emânet sâhibin buldu
Bunca erler nasib aldı
Bağladı rızaullahî
 
Bendesin almış araya
Varınca bakîy saraya
Hasîretî bîçâreye
Şefaat eder inşallahî




Serçeşme Dergisi' nden alınmıştır.


 
 


DESTEKLENEN BAĞLANTILAR
Bugün: 59
Toplam Ziyaretçi: 438952
.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol