YAŞAMI VE KİMLİĞİ
Yüz yılı aşkın bir süredir, birçok ozanımız gibi, halk yazını dünyamızın ilgisi ve bilgisi dışında kalan; yaşamı, sanatı ve yapıtlarıyla yazın ve kültür tarihimizin tozlu sayfalan arasında unutulmaya yüz tutan ozanlarımızdan birisi de Diveli Âşık Mehemmed’dir.
Halk arasında Derviş Mehmet adıyla da anılan Mehemmed, 19.yy. Alevî-Bektaşî ozanlarımızdandır. Yaptığımız araştırma / incelemelere göre, doğum ölüm tarihleri kesin olmamakla birlikte, ozan 1834 yılında doğmuş, 63 yıl kadar bir ömür sürdükten sonra 1897 yılında hakka yürümüş, naaşı da son yerleşim yeri olan Dive (Tokat) köyünde toprağa defnedilmiştir.
Ozanımızın soyundan gelen ve onun torununun oğullarından olan Mithat Koç’tan alınan bilgilere göre, Mehemmed doğu illerinden gelerek Tokat’ın Cirik Mahallesine -ki burası Tokat’ın en eski yerleşim semtlerinden birisi olup daha çok “dede”soylular oturur- yerleşen Türkmen boylarından Seyit Hüseyin ailesine mensuptur. Âşığın babasının adı Seyit Hasan, anasının adı ise Miyâse’dir. Dedesinin ve babasının adındaki seyitlik unvanına bakınca onun seyit soylu bir aileden geldiği ve bu ailenin vaktiyle yörede hayli yaygın ve etkin olduğu sanılmaktadır.
Mehemmed Tokat’ta âşıklıkta yavaş yavaş ünlenip çevrede tanınmaya başladığı bir sırada, ocak dedelerinden Uzun Ali ve Uzun Veli dededen el almak için Ladik’in (Samsun) Eğne-Karaca köyüne gitmiş. Sesinin güzelliği ve sazdaki ustalığıyla dikkat çeken ozanımız, ocak dedelerinin ve halkın ısrarıyla Eğne-Karaca’da kalmaya ikna edilmiş. Bu köyde kaldığı yıllarda köyün ileri gelenlerinden birinin kızlarından Fatma Bacı’yla evlenmiş. Bu evlilikten Ayşe adlı bir kızı olmuş...
Eğne-Karaca’da köy âşıklığını yürütürken, kendisini köyde kalmaya ikna eden yaşlı kimselerin zamanla azalması ve bilinmeyen başka nedenlerle âşığın buradaki huzuru bozulmaya başlamış. Bunun üzerine âşık köyden ayrılıp Tokat’a dönmeye karar vermiş. Tokat’taki evine döndüğünde beklemediği bir facia ile yüz yüze gelmiş Mehmet! Yıllarca sahipsiz kalan evi barkı soyulmuş, talan edilmiş, her bir şeyi kırılıp dökülmüş, bina oturulmaz duruma getirilmiş...
Olayın şaşkınlığı ve çaresizliği içinde ne yapması gerektiğini düşünürken Cirik Mahallesinde oturan Diveliler onun yardımına koşmuşlar. Kendisini teselli edip, “Üzülme âşık,” demişler, “burada uğraşmaya değmez, bu evin onarılacak bir tarafı kalmamış, istersen seni bizim köye yerleştirelim, köyümüzün de bir âşığa ihtiyacı var, gel bizim âşıklığımızı yap, böylece hem senin hem de bizim sorunumuz çözülmüş olur...” önerisinde bulunmuşlar. Mehemmed bu öneriye razı olmuş, Tokat’a çok yakın olan Dive köyüne yerleşmiş. Diveliler köyde kendisine bir ev yapmışlar; mera arazilerinden tarla toprak vermişler. Âşığın bundan sonraki yaşamı hep Dive’de geçmiş. Zaman zaman çevre köylere-kentlere de giderek gezgin âşıklık geleneğini sürdürmüş. Tokat, Sivas, Çorum, Amasya, Samsun yöresindeki âşıklar arasında bir hayli ünlenmiş. Âşıklıktaki ünü bu yörelerde öylesine yaygınlaşmış ki artık herkes onu DÎVELİ ÂŞIK DERVİŞ MEHMED (MEHEMMED) diye tanır-bilir olmuş, sevip saymış...'
Derviş Mehmet Dive’de köy âşıklığı görevini yürütürken, çiftçilikle de uğraşmış, geçim düzeyini biraz daha yükseltmiş. Burada yeniden çoluk çocuğa karışmış. Bir kızı (Fatma), iki oğlu (Salih ve Arif) da bu köyde dünyaya gelmiş.. Söylenenlere göre, büyük oğlu Salih askerden geri dönememiş. Babası öldüğünde çocuk sayılabilecek yaşlarda olan Arif büyümüş, o yörenin yiğit, gözüpek gençlerinden birisi olmuş. Arifin gençlik dönemlerinde (I. Dünya Savaşı yılları olmalı) Anadolu’da devlet otoritesi tümden sarsılmış, ülkenin birçok bölgesinde etnik-şoven çatışmalar baş göstermiştir. Savaş yıllarında Tokat çevresindeki köyleri-kasabaları kasıp kavuran Rum-Ermeni çetelerine karşı silaha sarılan Arif, etrafına topladığı köylülerden bir çete oluşturup savaşıma başlamış.
Kaynaklar o zor yıllan şöyle anlatıyor:
“Birinci Cihan Harbi’nin daha birinci yılında asker kaçağı olarak çapulculukla işe başlayan Rumlar, daha sonraları işi iyice azıtarak politik bir renge büründürmeye başladılar. Köy basmak, köy yıkmak, köylüleri kesmekle çoğalan Rum çeteleri silah ve cephane ile kuvvet bulduktan sonra Karadeniz Rum Cumhuriyeti/Pontus Hükümeti gibi siyasî isteklerinden söz ederek içyüzlerini açığa vurdular. (...) Çamlara sarılıp yakılan, kazığa vurulan, elleri kolları bağlanıp ırmaklara atılan, babalarının analarının gözleri önünde namusları kirletilen Türklerin sayısı belirsizdi. Bu acıklı hal karşısında Türk köylerini büyük bir korku kapladı.”İşte böyle bir ortamda köylülerin de desteğini alan Arif, Rum- Ermeni çetecilerinin korkulu rüyası haline gelmiş. Çete savaşımında kısa zamanda ünlenen âşığın oğlu o yörenin en saygın kişilerinden birisi olmuş ve halk arasında Ârif Ağa diye anılmaya başlamış...
Âşık Mehmet/Mehemmed’in soyu Ârif Ağa’nın soy zinciri üzerinden zamanımıza değin sürüp gelmiş. Mehemmed’in hayatta kalan bu oğlu kendi oğluna da babasının adını vermiş. Torun Mehmet dedesinin şiirlerinin bir bölümünün kayıt altına alınmasında çok önemli bir işlevi yerine getirmiştir.
Âşığın torununun oğlu Mithat Koç ve Amasya’da Kültür Müdürlüğünde görevli Salih Çelik’ten edindiğimiz bilgilere göre, Mehemmed’in şiirlerinin yazıya geçirilmesinde şöyle bir yol izlenmiştir:
Edindiğimiz bilgiler doğru ise, ozanımız okur yazar değildir! Ancak onun çok güçlü bir belleği ve ezber yeteneği vardır. O, ürettiği şiirleri iyice belleğine yerleştirdikten sonra Dive’de Çullu İmam lakabıyla amlan Makarnacı Hüseyin Hoca’ya gidip şiirlerini yazdırılmış. Yazıya geçen bu şiirler uzun zaman saklanıp korunmuş. Sonraki yıllarda torunu Mehmet sözkonusu yapıtları yeniden gözden geçirip temize çekmiş ve daha derli toplu bir biçimde bir cönkte toplamış. Elimizdeki eski yazılı cönk, işte bu-cönktür!
Cönkteki metinleri incelediğimizde, Âşık Mehemmed’in küçümsenemeyecek bir tekke kültürüyle yetişmiş olduğunu görüyoruz. Yaşamıyla ilgili bilgileri araştırırken, kaynak kişiler, onun belli bir süre Hacı Bektaş Dergâhında bulunduğunu, -kesin tarih saptanamadı- bu dergâhtan el ve nasip (eğitim) aldığını, yetişmesinde dergâhın çok önemli katkıları olduğunu, dergâh postnişinleriyle (özellikle kendi döneminin postnişinlerinden Feyzullah Çelebi ve oğlu Cemalettin Çelebi ile) görüştüğünü, bunlarla dostluk kurduğunu ancak bu ilişkileri belgeleme olanaklarının olmadığını söylediler bize. (Oysa biz, konudaki en güçlü ve sağlam belgelerin şiirlerde görüldüğü düşüncesindeyiz!)
Bu bağlamda onun okuryazar olmadığı yönündeki bilgileri kuşkuyla karşılıyoruz. Belirli bir tekke kültürü olmayan bir ozamn bu yetkinlikte şiirler üretmesi doğrusu bize biraz olanaksız gibi geliyor... Fakat ne yazık ki elimizdeki bilgiler kısıtlı olduğu için bu konuda şiirler dışında somut kanıtlar göstermemiz pek olası değildir!
Âşığın şiirleri arasında öz yaşamına ilişkin doğrudan bilgilere de fazla rastlanmıyor. Ancak kimi şiirlerinde özel yaşamı, kimliği ve kişiliğine ilişkin bazı ipucu bilgilerin izleri görülüyor. Özellikle övgü, öğüt, yakınma ve yergi içerikli şiirlerinde Mehemmed’in nasıl bir yaşam sürdüğünü, nasıl bir kimliğe-kişiliğe sahip olduğunu, İnsanî boyutunun nicel ve nitel özelliklerini anlayabilme olanağımız vardır.1
SANATI VE YAZINSAL KİŞİLİĞİ
Âşığın şiirlerini içerik (tema) açısından değerlendirdiğimizde onun, Alevîlik-Bektaşîlik Yolu’na olağanüstü bir tutkuyla bağlı olduğunu ve şiirlerinin hemen tümünde bu tutkusunu büyük bir içtenlikle dile getirdiğini görmekteyiz. Yolun inanç, düşünce, kültür ve sanat dizgesini yaratan tinsel-özdeksel değerler, Mehemmed’in yazım-şiir anlayışının temel öğesini oluşturur.
Diyebiliriz ki Mehemmed’i Mehemmed yapan, onun aşkın ve âşıklığın yüce doruklarına ulaştıran, gönül evrenindeki coşkun duyguların şiirleşip dile, ezgileşip tele dökülmesine neden olan biricik güç, sözkonusu yolun engin varlığıdır. Bu yolun ne denli dünyevî ve kutsal, ne denli İnsanî ve toplumsal değerleri varsa, Mehemmed tüm bunları özbenliğinde derinlemesine özümsemiş ve bunlarla iç içe yaşamayı temel bir yaşam felsefesi hâline getirmiştir. Onun şiirlerinde Alevî-Bektaşîliğin Tanrı, insan, evren, dünya din, tasavvuf, aşk, yaşam, ölüm ... anlayışı hemen hemen bütün yönleriyle ozanca yansıtılmış, bu yolun temel değerleri şiir estetizminin büyülü gücüyle gözler önüne serilmiştir.
İçerik olarak Mehemmed’in şiirlerinin ana eksenini “Hak- Muhammed-Ali” aşkı oluşturur.
DEYİŞLERİ
-1-
Kendi aklın ile meydan alınmaz
Mert olup meydânda merdânı gözet
Gönül şehrine gayrıyı kondurma
Aşkı muhabbeti mihmânı gözet
Irak olma haktan bulagör yâri
Hâriciden ehl-i hakka gel beri
Fehmeyle kendini olma serseri
Hakkında okunan fermânı gözet
Soluma nâgahân Hak ayn-el yakîn
Kuduret zahmını eğnine takın
Hakâyık ehlini hor görme sakın
Küfürdür ya sende îmânı gözet
El-veledi sırrı ebû seyittir
Dertli olan defterine kayıttır
Cihanın ihyâsı Ehl-i Beyit’tir
Nûr-u Cemalettin imrânı gözet
Gönül bir Kâbe’dir kırıp da yıkma
Hak deyip verdiğin ikrardan çıkma
Yek nazar kıl sana karşıya bakma
Hacı Bektaş, Balım Sultan’ı gözet
“En temût” sırrına giriftâr olan
Gelsin bu meydana mürşidin bilen
Can şehrinde can satarlar can aran
Yedullâh bâbında nişânı gözet
Böyle gider âşıkların fasılı
Gayra bakma sen seni gör hasılı
Marifet bezminde bozma usûlü
İlm-i hakikatte irfanı gözet
Ey MEHEMMED seyret gelen gedâyı
Kulak tut sözüme dinle nidâyı
İlm içinde bulam dersen Hudâ’yı
Muhammed-Ali’dir Kur’ân’ı gözet
-2-
Feyzullah Çelebi’nin Hakka Yürümesi Üzerine
Yerler gökler figân edip ağladı
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Deryâlar sarsıldı sular çağladı
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Düşman zahur etti meclis kurdular
Zehir ezip şerbet diye verdiler
Bir nice melekût saf saf durdular
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Kalb ırakıb ayırt oldu bilindi
Sinem püryân oldu yürek bölündü
Yaralarım oylum oylum delindi
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Münkir zehir verdi efendim içti
Sorguyu suâli vermeden göçtü
Ol Ehl-i Beyit’e bir figân düştü
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Bu ayrılık serimize bulaştı
Şehzâdeler çevre yanın dolaştı
Ehl-i Beyit koyun gibi meleşti
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Derdimize bulunmadı çareler
Hak divanda davamızı göreler
Sızılaşır bu sinemde yaralar
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Cennet’ten verdiler hülle donunu
Mahşer’e koydular şehit kanını
Kullar yanıp yaladılar tenini
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
Atasın sorarsan Bektaş-ı Velî
Evlâd-ı Resûldür uludan ulu
Doksan bin evliyâ dediler “Beli!”
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
MEHEMMED’üm eydür hasların hası
Efendim münkire tutmazdı küsü
On sekiz bin âlem tuttular yası
Bu mülkün sultânı Feyzullah deyin
-3-
Gezme cihanda serseri Mustafa’dan beyat et
Tut Ali’nin eteğinden Murtazâ’dan beyat et
Şeş cihetten bir nazar kıl yek göz ile seyrân et
Nûr-u İmam Şâh Hasan Hulk-u Rızâ’dan beyât et
Rûz-u şebde kıl teberrâ Âl(i) Evlâd düşmânına
Hüseyin’le Hüseyin ol Kerbelâ’dan beyat et
Geç nefisten sil serâbın Ehl-i Beyt’e bende ol
Âl-i Evlâd-ı Resûl Zeynel âbâ’dan beyat et
Çek elini mâsivâdan İmam Bâkır yoluna
Zât-ı pâk ol Ca’feri rehnümâdan beyat et
Maksûdun didâr ise Evlâd-ı Ali’ye görün
İmam Mûsâ-i Kâzım Ali Rızâ’dan beyat et
Şâh Takî ba Nakî’den El-Askerî’ye asker ol
Hüve-l evvel hüve-l âhir nûr-u bekâdan beyat et
Derde dermân ararsan “Mûtû kable en temût” ol
Aç gözün gör Mehdî’yi sâhip-livâdan beyat et
Evvel-âhir nâsib veren Hacı Bektaş Veli’dir
Zât-sıfâtı münevver sırr-ı Hudâ’dan beyat et
Sen seni merdâne kıl kim Lât’ı Menât’ı kaldır
Ahmed-i Mahmûd Muhammed nutk-u likâdan beyal et
Ehl-i Hak’tan tut demânın kelâmın zühdî ola
Ey MEHEMMED geç fenâdan evliyâdan beyat et
-4-
Balım Sultan nûr-u evlâdı Cemâl
Hacı Bektaş Veli Hünkâr torunu
Yare yâr olmaya isterler amel
Bende olur terk edenler varını
Hüda’nın hikmeti bunlarda âyân
İşte haber duyasınız yerini
Bende-i hânedân olursun yahû
Gir bu bahre seyredegör şârını
İmansızlar inanmadı ezelden
Yüzbin metheylesem Hünkâr erini
Elveled-i sırr-ı ebûdur bunlar
Bilir mutlak Kerbelâ’nm sırrını
Mustafa Murtazâ cedd-i âlâsı
On sekiz bin âlem gördü nûrunu
Kisve giyinmeyen derviş mi olur
Sorma bir kişinin aslı görünü(r)
İsm-i müsemmâda mücellâ olan
Fakrullâhta elifi tâcı vurunu (r)
Ey MEHEMMED çoğu kaldı hayrete
Beyatın verenler buldu pirini