Alevi, deyişleri, nefesler, niyaz, hak, yedi ulu aşık, Aşık Bektaş Yıldız, Aşıkı, Aşık Veli, Deli Boran, Geredeli Aşık Dertli, Dertli Divani, Dertli Fakir, Derviş Ali, Derviş Edna, Diveli Mehemmed, Esiri, Fedai (Çorumlu), Garibi, Harabi, İbrahim, İbreti, Kemteri, Kul Arif, Kul Fakır Ali, Kul Himmet Üstadım, Kul Hüseyin, Mecnuni, Meluli, Noksani, Remzani, Sadık Baba, Sefil Ali, Seyit Süleyman, Sıdkı Baba (Aşık Pervane), Turabi Akbal, Visali, Yanyatan (Ali Belli), Amasyalı Fedai Baba, Miraçlama Örnekleri, Duaz-ı İmam Örnekleri, Mustafa Kemal Atatürk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Yunus Emre, Hallacı Mansur, Teslim Taşı, Hünkar Hacı Bektaş Veli Vakfı Alevi Belgeseli, Zakir, On iki imam, Hacı Bektaş Veli Evlatları, Ahmet Cemalettin Çelebi, Balım Sultan, Bektaş Çelebi (Şiri), Feyzullah Çelebi- Feyziya, Güzide Ana - Katibi, Hamdullah Çelebi- Hasreti, Hüseyin Fevzi - Çelebi (Ulusoy), Seyyid Ali Sultan, Veliyettin Çelebi- Hürremi, alevi-deyisleri-nefesler - Aşığın Sözü Kuran'ın Özü, Telli Kuran, Postnişin, Bektaşi, Nefes, Erkan Çanakçı, Amasya, Tokat, Zile, Çorum, Şanlıurfa, Adıyaman, Alevi Deyişleri Nefesler - Huseyin Albayrak- Sultan Cemal Gulcemal Mustafa Kemal

Alevi Deyişleri Nefesler

Huseyin Albayrak- Sultan Cemal Gulcemal Mustafa Kemal

Hüseyin Albayrak´ın SERÇEŞME dergisinin 31. Sayısında yer alan yazısı 

Her gemisi olan kaptan değildir
Her zengin olanlar sultân değildir
Bu nutkun sahibi irfân değildir
Edib u Harâbî budalânındır.
Edîb Harâbî

SULTÂN CEMÂL, GÜLCEMÂL VE MUSTAFA KEMÂL


Edebi metinlerde insân oğlunun doğumundan hakk´a yürümesine değin yaşamış olduğu hayatı genelde bir geminin seyr u sefer yolculuğuna teşbih edilmiştir. Öyle bir macerâdırki, bir limandan diğer bir limana savrulup gider âdeta ömür dediğin bu serencâm. Ya! peki bir geminin ömrünü neye vermeli. İşte bu yazının konusu ise, bir metafordan ziyâde ete kemiğe daha doğrusu demir çeliğe bürünüp gülcemâl diye görünen bir uzun yol buharlı yolcu gemisinin hakikatle perçinlenmiş! hikâyesidir.
Yukarıda adı geçen ve ilk ismi Germanic olan Gülcemâl isimli bu gemi 1874 yılında Belfast kentinde Harland and Wolff firması tarafından inşa edildi ve 1911 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından satın alındı. 


(Resim-1: Gülcemâl henüz ismi Germanic iken)

Amerika'ya giden Türk bandıralı ilk gemi olarak Türk Sivil Denizcilik tarihine geçmiştir. 1950 yılında söküldüğünde ise 75 yıllık hizmet ömrüyle o tarihte dünyanın en uzun süre çalışan ikinci gemisi olarak da kayıtlara ayrıca geçmiştir. Anadolu topraklarındaki macerası ise 1911 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından satın alınması ile başladı.(Resim-2: Gülcemal Kadıköy rıhtımında iken). Gemiye Sultan V. Mehmet Reşat’ın annesinin adı olan ve "gül çehreli, gül gibi güzel" mânâsına gelen Gülcemâl ismi verildi. Gemi, ilk zamanlarında Türk askerlerini Yemen'e taşıdı. Karadeniz limanlarına düzenli posta seferleri yapmaya başladı. 1911'de padişah V. Mehmet Reşad onunla Rumeli seyahatine çıktı. Balkan Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da kalan son askerleri 19 Haziran 1913'te Seman iskelesinden Gülcemâl vapuru ile Rumeli'nden ayrıldı.

(Resim-2: Gülcemal Kadıköy rıhtımında iken)


1914'te I. Dünya Savaşı çıktığında Gülcemâl asker taşımada kullanılmaya başladı. Bir dönem hastane gemisi olarak da hizmet verdi.
 Milli Mücadele öncesinde 9. Ordu kumandanı Kazım Karabekir Paşa 12 Nisan 1919 günü İstanbul'dan Trabzon'a Gülcemâl ile gitmişti.
Cumhuriyet döneminde ise Atatürk, Gülcemâl Vapuru ile birçok deniz gezisi yaptı.


(Resim-3: Atatürk, Burgaz Vapuru'ndan Gülcemâl Vapuru'na geçerken).

5 Haziran 1926'da Mudanya'da Gülcemâl Vapuru Hatıra Defterine Atatürk şunları yazmıştır. "Gülcemâl Vapur´unda gördüğüm intizam ve mükemmeliyet takdire değerdir. Genel Müdür Beyefendi'ye, geminin süvarine ve bütün mürettebatına teşekkür ederim.(Resim-4: Atatürk, Gülcemâl Vapuru'nda Mudanya açıklarında iken) Şimdi izniniz olur ise Gülcemâl´a dair bu muhtasar bilgiden sonra asıl mevzuya yani pederim Hasan Albayrak´dan (Âşık Pervâne) dinlediğim, o´nunda dedesi Hasan Hüseyn´den dinlediği hâdiseye geçmeden evvel konuyla bağlantılı olması hasebiyle bir malumatı daha kısaca anlatmak isterim.
Bilindiği üzere Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî dergâhında postnişin olan Çelebîler hazerâtı dergâhta postnişin olarak olarak vazifeye başladığı vakit dergâhtaki dedebaba ile birlikte İstanbul´a gelerek resmi bir törenle karşılanır, buradan Ağa Kapısı´na Yeniçeri ağasının yanına daha sonra da Bâb-ı Âlî´ ye giderek kendisine ayrılan hususi protokolde yerini alırdı. Bunun dışında Osmanlı padişahları tahta oturdukları zaman Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî dergâhı postnişininin, mutat bir davranış olarak yeni padişahı tebrik etmeye geldiği de görülmüştür.  
Her ne kadar Timurlenk ile yapılan Ankara savaşı yenilgisi sonrasında Anadolu´da yaşanan kargaşa ve fetret döneminde dergâhın bir süre kapalı tutulduğu dönemde ve de Civân-merd Şâhbaz Kalender Çelebî isyanında ve son olarak II. Mahmut´un Bektâşî dergâh ve tekkelerini kapatarak Bektâşîliği ilgâ ettiği zamanlarda bu ilişkiler zaman zaman kesintiye uğrasa da söz konusu bu ziyaretler devam edegelmiştir. Meselâ padişah II. Mustafa tahta oturduğu vakit “mutad-kadim üzere” Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî dergâhı postnişi, ihvânından dokuz kişiyle beraber İstanbul´a gelerek padişahı tebrik etmiştir. Hatta Odmân Baba vilâyetnamesinde de Fatih Sultan Mehmed´in İstanbul´u fethinden sonra surların önünde oturan Odmân Baba´nın karşıdan gelen atlıları durdurarak onlara kimler olduğunu sorduğunda içlerinden birinin Hünkâr çelebilerinden olduklarını ve isminin Mahmut Çelebi olduğunu söylemesi üzerine Odman Baba´nında onlara  “Hünkâr´ın güvercinleri” diye hitap ettiği anlatılır.
Hâdiseye gelir isek; padişah V. Mehmet Reşad, 1909 yılında tahta oturduktan sonra II. Mahmut döneminde yaşanan fecâat sonrası hem bir özür mahiyetinde hem de bu elim vakay-ı şerîyye ile birlikte kesintiye uğraması sebebiyle bir hayli birikmiş olan, padişah Orhan Hüdavendigâr´dan itibaren Osmanlı padişahlarının, Enfâl suresinin 41. âyetinde bahsedilen; “kişinin yıllık kazancının beşte birine tekabül eden hissenin Hz. Peygamber´e, onun pak Ehl-i beyt´ine ve onlardan gelen seyyitlere verilmesi” hususu gereğince dergâh´a bağışladıkları ve de adına humus ya da çerağ akçesi denilen bu payı Seyyîd ül Sâdât´ tan olan dönemin  Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî dergâhı postnişini Çelebî Cemâleddin Efendi´ye vermek maksadıyla Çelebî Efendi´yi İstanbul´a davet eder.
Çelebî Efendi´de bu davete icâbet ederek 1916 yılının baharında İstanbul´a gelir. Ancak bu ziyaret esnasında kendisine verilecek olan çerağ akçesinin bir hayli fazla oluşu devlet erkânında bir hayli tepki ve tartışmalara neden olur. Bilhassa padişaha çok yakın kimseler “mademki Çelebî Efendi evlâd-ı Resûl olduğunu iddia ediyor. O vakit Seyyîd ül Sâdât´tan olan bir evliyâ-yı kirâmın kerâmet izhar etmesi icabet eder ki çerağ akçesini hak etsin” diye kîl u kâl edip padişaha baskılarda bulunurlar.  Bu baskılardan bir hayli canı sıkılan padişah, bu durumu Çelebî Efendi´ye arz ettiğinde Çelebî Efendi tebessüm ederek “Müsterih olunuz” diye cevap verir. 
Bunun üzerine V. Mehmet Reşat´da “Muhterem Çelebî hazretleri. Bizim, kendisine merhum vâlidemin ismini verdiğim Gülcemâl isimli bir gemimiz var. Çanakkale harbi esnasında İstanbul´dan Çanakkale´ye asker taşırken pruvasından ağır hasar gördü. Şu an tamirat için tersânede bekliyor. Motoru şu an çalışmıyor. Kulağıma geldiği kadarıyla Çelebî efendinin, Gülcemâl´i motorsuz ve kaptansız boğazda seyr u sefer ettirmeye kudreti var mıdır diye dedikodular yapılmakta. Siz ki evlâd-ı Resûl´sünüz. Elbet buna kudretiniz olduğuna imânım noksansızdır. Amma velâkin gelin görünki kendini bilmez bu güruha haddini bildirmek, sizin şânınızdandır” der. Çelebî Efendi´de “Elbette. Ama bir şartım var. Gemiyi boş bırakmaya gelmez. Seyr u sefer esnasında sizinle birlikte bu zevâtın da geminin içinde olmasını dilerim” diye mukabelede bulunur. Padişah´da bunu seve seve kabul edeceğini bildirerek söz konusu bu zevât´a ertesi sabah kendisiyle birlikte gemide hazır bulunmalarını emreder.


(Resim-4: Atatürk, Gülcemâl Vapuru'nda Mudanya açıklarında iken)

 
Ertesi günün sabahında Padişah ve maiyetindekiler Gülcemâl´in güvertesinden Çelebî Efendiye bakmaktadırlar. Çelebî Efendi meraklı bakışlar altında gemiye yaklaşarak sol elini gemiye yaslar ve “Hz. Pîr´in gül cemâllerine âşk olsun” diyerek bir adım geriye çekilir ve de sağ ayağıyla gemiyi iterek “Yürü yâ! gülcemâl” deyu nidâ eyler. Bunun üzerine gemi,  yolcuların şaşkın bakışları, bağırış ve çığırışlar arasında motorsuz ve kaptansız Marmara bâhrini bir müddet cevelân edip turladıktan sonra hareketine başladığı noktaya, Çelebî Efendinin huzuruna rücu ederek durur. Sonrasında gemidekiler şaşkınlık içersinde inerek Çelebi Efendi´ye tâzimde bulunurlar.
Eretsi gün padişah bir hayli birikmiş olan çerağ akçesinin yanı sıra kendi paytonunu da Çelebî Efendi´ye hediye eder.

(Resim-5: Çelebi Cemâleddin Efendi, padişah V. Mehmet Reşad´ın kendisine hediye ettiği paytonda oturur iken).

Hacıbektaş´a döndüğünde hayli birikmiş olan bu çerağ akçesini ne yapacağı kendisine suâl edildiğinde o´da “Bunun sahibi var. Günü geldiğinde bu emaneti, sahibi olan o *sarı karıncaya vereceğim” diye cevap verir. 
Mustafa Kemal, 22 Aralık 1919 günü Alevi-Bektaşilerin desteğini almak amacıyla Hacıbektaş´a Çelebî Efendi´yi ziyarete geldiğinde yukarıda bahsi geçen bu çerağ akçesini Çelebi Efendi, milli mücadeleye destek olmak gâyesiyle Mustafa Kemâl´e vermiştir.
Kıssadan hisse; Gemiyi motorlu olarak ve mürettebat ile içerden kumanda etmek her kişi kârı amma ve lâkin hâriçten mürettebatsız, motorsuz ve de kaptansız turlatmak er kişi kâr´ıdır.  Ol sebeple ilkine kaptan, ikincisine kaptan-ı deryâ denilir. Haydi rastgele!...
Hüseyin Albayrak
NOTLAR:
*Sarı Karınca: Râvilerden rivâyet olunurki; Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli, Odmân Gâzi´ye hitaben “Ey! Odmân. Sen ve senden gelecek olan sulbun, emânet ettiğim bu himmetime hâlel getirip, adâlet ile değil zulüm ile hükmederse günü geldiğinde devletini ve de sizi sarı karıncaya yediririm bilesin. Bunu gûşuna mengûş edip senden sonra gelecek olanlara da bildiresin ki himmetimden sapmayasın. Şimdi bu himmeti al, usanma (devletin, “âl-i osman” diye isimlendirilmesinin bu “al, usanma” sözünden mülhem olduğu da söylenir) diyerek Odmân Gâzi´ye kılıç kuşatıp himmet eyler.

(Pederim Hasan Albayrak´ın, mürşîdi merhum Çelebî Âlî Cevât Efendi´den dinlediği bir rivâyettir.

 
KAYNAK
Bugün: 27
Toplam Ziyaretçi: 439200
.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol