Alevi, deyişleri, nefesler, niyaz, hak, yedi ulu aşık, Aşık Bektaş Yıldız, Aşıkı, Aşık Veli, Deli Boran, Geredeli Aşık Dertli, Dertli Divani, Dertli Fakir, Derviş Ali, Derviş Edna, Diveli Mehemmed, Esiri, Fedai (Çorumlu), Garibi, Harabi, İbrahim, İbreti, Kemteri, Kul Arif, Kul Fakır Ali, Kul Himmet Üstadım, Kul Hüseyin, Mecnuni, Meluli, Noksani, Remzani, Sadık Baba, Sefil Ali, Seyit Süleyman, Sıdkı Baba (Aşık Pervane), Turabi Akbal, Visali, Yanyatan (Ali Belli), Amasyalı Fedai Baba, Miraçlama Örnekleri, Duaz-ı İmam Örnekleri, Mustafa Kemal Atatürk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Yunus Emre, Hallacı Mansur, Teslim Taşı, Hünkar Hacı Bektaş Veli Vakfı Alevi Belgeseli, Zakir, On iki imam, Hacı Bektaş Veli Evlatları, Ahmet Cemalettin Çelebi, Balım Sultan, Bektaş Çelebi (Şiri), Feyzullah Çelebi- Feyziya, Güzide Ana - Katibi, Hamdullah Çelebi- Hasreti, Hüseyin Fevzi - Çelebi (Ulusoy), Seyyid Ali Sultan, Veliyettin Çelebi- Hürremi, alevi-deyisleri-nefesler - Aşığın Sözü Kuran'ın Özü, Telli Kuran, Postnişin, Bektaşi, Nefes, Erkan Çanakçı, Amasya, Tokat, Zile, Çorum, Şanlıurfa, Adıyaman, Alevi Deyişleri Nefesler - Devriye Sidki Baba

Alevi Deyişleri Nefesler

Devriye Sidki Baba

Sıdkı Baba - Devriye
 
Dertli  DİVANİ
Temmuz - Ağustos  2015
 
Merhaba dostlar, dergimizin bu sayısında deyiş türlerinden “Devriye”yi açıklamaya ve bir örnekle yorumlamaya çalışacağım. Gerek Tekke ve Tasavvuf Edebiyatında, gerekse Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancında Devriye; Hak’tan gelip Hakk’a dönüşü, canın ölümsüzlüğünü ve değişik suretlerde, donlarda devir- daim yaptığı inancını ifade eder. Yunus’un, “Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil” beyti de bunun açık bir örneğidir.
 
Daha önce başka dostlar tarafından yazılıp yorumlanan; Şirî Bektaş Çelebi’nin “Cihan var olmadan ketmi Âdem’de / Hak ile birlikte yektaş idim ben/…” ve Edip Harabi’nin “Kâf-û Nun hitabı izhar olmadan / Biz bu kâinatın iptidasıyız” diye başlayan deyişleri, en çok bilinen devriye örnekleridir.
 
Şimdi sizlerle Ali Ekber Çiçek ustanın sadece iki dörtlüğünü icra edip tüm dünyaya “Haydar Haydar” adıyla duyurduğu, Sıdkı Baba’ya ait olan “Çatılmadan yerin göğün binası / Muallakta iki nura düş oldum” diye başlayan devriyesini, torunu Muhsin Gül’ün, Sıdkı Baba’nın cönkünden kitaba aktardığı şekliyle paylaşacağım.
 
Bazı eserler, yorumcuları tarafından değişikliğe uğratılıyor ve ne yazık ki çoğu da anlamını yitiriyor.
 
Müziğini olağanüstü bulduğumuz ve tamamı dokuz dörtlükten oluşan bu devriyenin, en çarpıcı iki dörtlüğünü Ali Ekber Çiçek usta 1970’li yıllarda düzenlemişti. Kendisi ya da başka dostların katkısıyla bu iki dörtlükte küçük değişiklikler yapılmış:
 
Devriyenin beşinci dörtlüğünde; “Ben Âdem’den evvel çok geldim gittim / Yağmur olup yağdım, ot oldum bittim” yerine; “Güruh-u Naci’ye özümü kattım / İnsan sıfatında çok geldim gittim...” Sekizinci dörtlüğünde ise; “On dört yıl dolandım pervanelikte” yerine; “On dört bin yıl gezdim pervanelikte” diye değişiklikler yapılmış. Sıdkı Baba’nın “Yandı Ha Yandı” adlı başka bir deyişinin “Saatim gün geçer, her günüm aydır…” dizesinde olduğu gibi “on dört yıl” yerine “on dört bin yıl” her bir yılı, bin yıl gibi ifade etmiş…
 
Şahsi düşünceme göre her iki dörtlükte yapılan bu değişiklikler olumlu olmuş ve devriyeye derinlik katmıştır. Yorumlamaya çalışacağım bu devriyeyi kelam eden Sıdkı Baba’nın ve geniş kitlelere duyurulmasında emeği olan Ali Ekber Çiçek ustanın devri daim ola...
 
Çatılmadan Yerin Göğün Binası
(Haydar Haydar)
 
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallâkta iki nura düş oldum
Birisi Muhammed, birisi Ali
Lâhmeke lâhmi de bire düş oldum
 
Yer, gök, kâinat (evren) var olmadan önce, boşlukta duran kubbenin içinde ak ve yeşil iki nur (ışık)’da idim. (Söylencede: Yer gök hiçbir canlı yok iken Cebrail çok uzun bir süre sonsuz boşlukta devredip gezerken iki nur gördü...) Nur’un biri Muhammet, biri Ali idi. Muhammet Ali için “Lâhmeke lâhmi” (canı canımdan) demişti. Muhammed- Ali bir candır. Hak-Muhammet-Ali birdir. Bu birliğe inandım, özümü kattım, Bir oldum.
 
Ezdi aşkın şerbetini hoş etti
Birisi doldurdu biri nûş etti
İkisi bir derya olup cûş etti
Lâ’l ü mercan inci dür’e düş oldum
 
Muhammet ile Ali, zahir-batın aşk halini, insan olmanın yolunu, ilmini tamamladı. Muhammet bu ilmin şehri, Ali de kapısı oldu. (Birisi doldurdu, bu ilmi aktardı; birisi nûş etti, alıp özünde tamamladı.) Muhammet, Ali bir ilim deryası oldu. Bu deryada, muhabbet erkânında; lâ’l, inci, mercan, gibi değerli olan ariflerin her bir kelamında kendimi buldum.
 
O derya yüzünde gezdim bir zaman
Yoruldu kanadım dedim el’aman
Erişti câr’ıma bir ulu sultan
Şehinşah bakışlı ere düş oldum
 
Yer gök yok iken, sonsuzlukta bir zaman Cebrail suretinde gezdim. Yoruldum uçamaz oldum, yardım diledim. İmdadıma bir ulu sultan (Rehber) yetişti. Şehinşah (Şahların şahı) gibi bakan Erle buluştum.
 
Açtı nikabını ol ulu sultan
Yüzünde yeşil ben göründü nişan
Kâf-û Nun suresin okudum o an
Arş kürs binasında yâre düş oldum
 
O yüce sultan yüzündeki perdeyi açınca, Ali’nin nişanı (işareti) olan yeşil beni gördüm. Kâf-û Nun suresini (Hakk’ın var etme gücünün kudretinin, ‘Kûn’ (Ol!) demesiyle evrenin var olması ve Hak kendi varlığını cümle varlığa nakş edip Âdem’e bahşetme sırrını açıklayan sure…) okudum. Hak katında, Yâre/ Hakk’a kavuştum.
 
Ben Âdem’den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım ot oldum bittim
Bülbül olup Firdevs Bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum
 
Âdem’den evvel bu dünyaya çok defa geldim gittim. Madde döngüsüyle pek çok canlının yapısında zerre olarak bulundum. Bu zerrelerle devir-daim yaparak bütün canlıların yapısına katıldım. Yağmur olup yağıp, ot oldum bittim. Cennet bahçesinde (erenler ceminde) bülbül (âşık-zâkir) oldum. Hak kelamını dile getirdim. Gerçeğe/Hakk’a ulaşabilmek için çok ezaya, cefaya katlandım, bu aşkla ateşe düştüm.
 
Âdem ile balçık oldum ezildim
Bir noktada dört hurufa yazıldım
Âdem’e can olup Şit’e süzüldüm
Muhabbet şehrinde kâra düş oldum
 
Âşık Sıtkı
 
Çatılmadan Yerin Göğün Binası
(Haydar Haydar)
 
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallâkta iki nura düş oldum
Birisi Muhammed, birisi Ali
Lâhmike lâhmi’de bire düş oldum
 
Ezdi aşkın şerbetini hoş etti
Birisi doldurdu biri nûş etti
İkisi bir derya olup cûş etti
Lâ’l ü mercan inci dür’e düş oldum
 
O derya yüzünde gezdim bir zaman
Yoruldu kanadım dedim el’aman
Erişti câr’ıma bir ulu sultan
Şehinşah bakışlı ere düş oldum
 
Açtı nikabını ol ulu sultan
Yüzünde yeşil ben göründü nişan
Kâf-û Nun suresin okudum o an
Arş kürs binasında yâre düş oldum
 
Ben Âdem’den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım ot oldum bittim
Bülbül olup Firdevs Bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum
 
Âdem ile balçık oldum ezildim
Bir noktada dört hûrufa yazıldım
Âdem’e can olup Şit’e süzüldüm
Muhabbet şehrinde kâra düş oldum
 
Mecnun olup Leyla için dolandım
Buldum mahbubumu inanıp kandım
Gılmanlar elinden hulle donandım
Dostun visalinde nâra düş oldum
 
On dört yıl dolandım Pervane’likte
Sıdkı ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların Ceminde Dâr’a düş oldum
 
Sıdkı ya, çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek âriflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir’e düş oldum
 
Bir noktadan (Hakk’ın özünden) gelerek; hava, ateş, su ve toprağın cevheri oldum. Balçıktan yoğrularak vücut bulan Âdem’e can oldum. Âdem’den de oğlu Şit’e süzüldüm… Bu ilmin aktarıldığı muhabbet şehrinde/erkânında manevi kazanç edindim.
 
Mecnun olup Leyla için dolandım
Buldum mahbubumu inanıp kandım
Gılmanlar elinden hulle donandım
Dostun visalinde nâra düş oldum
 
Mecnun’un, Leyla’nın aşkından dolandığı gibi gerçek yolu/aşkı aradım. Sevdiğimi (pirimi) buldum inandım, sevgiden/aşktan nasip aldım. Cem erkânında yola girdim, Pir elinden dervişlik hırkasın giyindim. Dosta/Hakk’a kavuşmanın ateşine düştüm.
 
On dört yıl dolandım Pervane’likte
Sıdkı ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların Ceminde dâr’a düş oldum
 
On dört yıl “Pervane” mahlasıyla dolandım, özümde Hakk’ı aradım. Mecnun gibi divane olduğumda özümü buldum. “Sıdkı” ismimi Pir’imden(!) aldım. Sunulan aşk meyiyle mest olup, yola bağlandım. Kırkların Ceminde özümü buldum, âşıklara karıştım.
 
Sıdkı ya, çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek âriflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir’e düş oldum
 
Sıdkı, şükürler olsun erenler ceminde, canların cemalinde Hakk’ı gördüm. Aşkın pazarında, muhabbet erkânında ikrar verip “Hak Yol’una” girdim. Arif olanlara yol ve erkâna ait çok bilgiler, cevherler verdim. Şimdi Ali’nin Hacı Bektaş Veli olarak göründüğü (Evvel Ali, Ahir Veli) Pir’e bağlandım.
 
Sözcükler:
 
Arş kürs binası: Hakk’ın idaresinde olan varlık âlemi. Hâk Katı, Hâk Divanı. (Batınî olarak: Vücud-u Âdem)
Bir nokta/Nokta: Her şeyin başlangıcı… Hallac-ı Mansur, her şeyin özünün, tüm çizgilerin ana temelinin, bulunamayan gizli tek nokta olduğunu savunur. O nokta ki, Besmele’deki “b” harfinin altındaki noktadır. Ve o nokta için Hz. Ali, “b’nin altındaki noktayım” diye işaret buyurur.
Câr: Çağrı, imdat, yardım dileme.
Cûş: Coşmak, kaynamak, taşmak.
Didar: İnsan yüzü, çehre. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancına göre, Cem ve muhabbet erkânında didar görme -cemal cemale muhabbet etme- İlahi güzelliği seyretme.
Dört huruf / Dört harf / Çar anasır: Hava, ateş, su, toprak.
Dür: İnci tanesi (Ariflerin her bir sözü.)
Firdevs Bağı: Cennet bahçesi.
Gılman: Cennette hizmet eden bıyığı yeni terlemiş delikanlılar. Cem erkânında hizmet gören erler.
Har: Diken, gülün dikeni, yakıcı sıcaklık.
Hûlle, Hûlle donanma: Cennette giyilecek bir çeşit elbise. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancında, İkrar- Görgü-Musahip ceminde; yola ikrar veren, görgüden geçen ve musahip olan canların birbiriyle rızalaşarak bütün olumsuzluklardan arınmışlık hali.
İnci: Bir tür istiridyenin (midyenin) özünde ürettiği değerli küçük sedef-kıymetli taş. Alevi-Bektaşi- Kızılbaş inancında, âriflerin söylediği güzel sözlersözün özü.
Kâf-û Nun (Kûn) emri: Hakk’ın “ol” demesiyle kâinatın var olması.
Lâ’l, Lal: Kırmızı renkte billurlaşmış değerli taş.
Mahbub: Sevgili, yâr.
Mercan: Denizin dibinde ağaç gibi gelişen, denizden çıkarıldığında taşlaşan renkli canlı nesne. Batıni anlamda, muhabbet erkânında, İnsan-ı Kâmillerin kelamları-sözleri.
Mestane: Sarhoş gibi kendinden geçmişçesine.
Meta: Mal, elde bulunan varlık, sermaye. Alevi- Bektaşi-Kızılbaş inancında, manevi-öz varlık.
Muallâk: Boşlukta asılı olan, asılmış, askıya alınmış.
Nikap: Yüz örtüsü, peçe.
Nûş: İçmek.
Pervane: Ateş-ışık etrafında dönen bir tür küçük kelebek. Aslında bir aşk hikâyesi olan şem ve pervane sözcük anlamlarını daha da derinleştirmektedir. Hikâye şöyledir: “Pervane, Şem’e âşıktır. Onun alevine ulaşabilmek arzusundadır. Ancak Pervane için şeme ulaşmak o kadar kolay değildir. Pervane uzun süre Şem’in etrafında döner durur, yavaş yavaş ona yaklaşır; tam aleve ulaşacakken canı yanar ve uzaklaşır. Sonra aynı süreç birkaç defa devam eder. Her seferinde aleve biraz daha yaklaşır, canı yanar ve uzaklaşır. Son seferinde artık dayanamaz ve kanatlarıyla alevi kucaklar ve Şem’in alevi Pervane’yi yakar.” Bâtıni anlamda ise, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancında; cemde, cezbe ile semah dönen canlar Hak ile Hak olma arzusunda birer pervanedir.
Şehinşah: Şahların şahı.
Visal: Dosta kavuşma, ulaşma.
 



Serçeşme Dergisi'nden alınmıştır.
 
Bugün: 88
Toplam Ziyaretçi: 446799
.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol